Gezmelere Doyamadım
Şarkısı
Hellooo! Baştan yine uyarayım, uzun bi post olabilir. Çünkü malum uzun da bi ara oldu. İçimdekileri nası tutayım yani ben de insanım. Bide güzel tatil yapmışım onu anlatıcam, nası kısa yazayım ama di mi? Neyse hoşbeş kısmını geçiyorum. Ha bu arada buradaki hiç bi fotoğraf bana ait değil. Çünkü yanımıza fotoğraf makinasını pilli yapmak yerine şarjlı yapmayı tercih eden bi markanın makinasını aldığımız için pat diye bitti şarjı! İnternetten arakladım fotoları, onu da belirteyim de benimmiş gibi olmasın. Ama vallahi ben de aynı şeyleri gördüm, çeksem böyle bişiy olurdu :)
Efendim malum iki gıdım bayram gördük mü hemen ipi salınmış büyükbaş arkadaşlarımız gibi "nereye gitsek, hangi denize girsek, hangi koyu, köyü keşfetsek" diye deliren bi milletiz. İki dizimizi kırsak, evde oturup ütü neyim yapsak olmaz. İlla ki Bodrum'a uçmalı, Halikarnas'ta köpüklü danslar yapmalı, Çeşme biiçlerinde Demet Akalın eşliğinde kop koplara dalmalıyız. Tembeliz arkadaş. Evet biz de ailecek tembeliz. O yüzden bu Ramazan Bayramı'nın salı günü bittiğini takvimde farkettiğimiz andan itibaren iki tatil arasını kapatmaktan parça pinçik olmuş olan yıllık izinlerimizin bi kublesini daha ayarladık ve başladık ağzımızın suyunu akıta akıta planlar yapmaya. Bahtımın güzelliğinden olsa gerek kocamın ayın 25 ine -yani bayramın sonundaki cuma gününe- İzmir'de toplantısı çıktı. Allah dedik bu ne, saldır! Planlama konusunda master degree seviyesindeki kocam saolsun herbişeyciği ayarladı. Ben de Bursa ve Balıkesir'deki görüş günlerimi de dolduraraktan cuma sabahı, şehrin bacak boyu-bronzluk indeksini sapıttırtmak için İzmir'e vardım. Vardım ama sivri sinekler gideceğimi haber almışlar heralde, daha otobüsten inmeden otobüsün kapısının açılmasıyla birlikte bana saldırdılar. Bu saldırdılar kelimesini abartılı kullandım sanmayın. Hayvanlar bildiğiniz açmış ben gelene kadar, bütün kanımı emdiler. Ben bi yandan uyuz gibi kaşınırken bi yandan da otobüsün servisini aradım. Otobüsten indiğim yerin bir alt katındaymış servis yerleri. İzmir otogarı da nası uyduruk belli değil yani. Hiç beğenmedim. Bu arada şurda iki kelam edicem Kamil Koç'a aklıma gelmişken. Ya benim bildiğim Alsancak İzmir'in merkezi bi yeridir arkadaş. Nasıl oraya servisiniz olmaz? İneceğim yeri tarif ediyorum Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü diyorum, orası tam olarak ne taraftaydı diye bana soruyo bön bön servis şoförü. Ya ben mi bilicem bunu arkadaş, o zaman çekil kenara ben kullanayım arabayı yani! Ya sabır diyerekten içerdeki adamlara sordum da hele şükür yerini anladı şoför. "Tam ordan geçmiyoruz da ben sizi en yakın yerde indireyim" dedi. Zar zor anlamışsın zaten ineceğim yeri, sen kesin yakınını da bilmiyosundur ya neyse diyerekten, bide çantam da var bi asabım bozularaktan tamam dedik el mahkum. Adam beni bi yerde indirdi. "Burdan 150-200 m sonra sizin otel" falan dedi. Aa dedim iyi o zaman yürürüm. Arkadaş yürü yürü bitmiyor bu 200 m! Epey bi yürüdüm, bi amcaya sordum, "aa yienim 200 m sonra solda" dedi. E tamam dedim, gene tepiyorum yolları sırtımda çantayla. Darlandım bidaha sordum bi taksi şoförüne, adam da dalga geçer gibi "200 m sonra hemen" diyince bende kayış kopmuş! İzmir'in 40 derece sıcağında ve %95 nem oranında sivrisineklerle beraber o kalan 200 m (!) yi nasıl gittim hatırlamıyorum Allah sizi inandırsın. Bi baktım otelin önündeyim. İzmir Palas diye bi otelde kaldık. Yalnız oteli bi gördüm bendeki sinirler eriyip gidiverdi! Ama haksız mıyım hele bi bakın panpişler:
Mis gibi deniz manzarası, çimenler, yürüyüş yolları falan.. Olaylar olaylar yani bu da can, dayanır mı! Ulen dedim burda yaşanır vallahi! Ankara neymiş! Bi anda asimile oluverdim, sanki 40 yıllık İzmirliyim anasını satayım. Neyse odamıza çıktım ve bayılmışım!
Ya tatilde istediğim saatte uyumak kadar sevdiğim bişey daha varsa o da istediğim saatte uyanmak ve uyandığımda denizi görmek arkadaş! Bu nası bi güzel duygudur!! O sebeple ben odanın manzarasını görünce kocamı bi kat daha sevdim :) Tamam çok materyalist olmuş olabilir ama tanıyo beni ince ruhlu aşkım yaaa ona sevindirik oldum ben :)
Hee bide altında Deniz Restaurant var. Şöyle bişiy:
İzmir'deki tek sıkıntı denize böyle sıfır oturamamak. "Ulen çok konuşma, Ankara'da o da yok!" dediğinizi duyar gibiyim, sustum :)
Yani kısacası ben oteli çok sevdim. Gidenlere tavsiye ederim! Aha da bu da otelin sitesi: İzmir Palas Otel
Sonra ben attım kendimi sokağa tabi. Kordon'da kenardan kenardan yürüdüm. Zira aklım "çok kısa yeaa ben bunla rahat edemem şimdi" diyerek giymediğim ve dışarı çıktığımda, İzmirli kızlara 10-12 tane şort yapmaya yetecek kadar uzun olduğunu farkettiğim elbisemdeydi. Bunu düşüne düşüne varmışım Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ne. Orda bi tane Peximet Cafe diye bi yer vardı orda bi pizza yedim. Pek enteresan değildi. Gerçi hangi insan pizza yemeğe enteresanlık bekleyerek gider orası ayrı mevzu. Ama ahan da şurada bi sıralamaya sokmuşlar kendisini.
Sonra işte caddede gezmeye başladım. İstiklal'in çakması, miniği falan diyebilirim. Sanırım herkes de öyle düşünüyo. Hep mağazalar, cafeler falan var. Öyle vakit geçirmelik. Aslında benim aklımda Talatpaşa Caddesi diye bi yere gitmek vardı. Çünkü yaptığı şeylere bayıldığım Sanemiko'nun butiği ordaydı. Şöyle güzel bi ipad kılıfı almak istiyodum inanılmaz şirinler çünkü. Ama kocişim aradı buluşmak için aynen ben de tornistan otele gittim. Şunun tatlılığına baksanıza! Yenir bu!
Ayakkabıları da çok güzel. Bi bakın derim. İnternetten de satıyo zaten.
İşte otele geldim, biraz dinlendikten sonra kocişle çıktık dolanmaya. Kordon öyle süper ki insanın hep yürüyesi, bisiklete binesi, çimenlere yayılası geliyo valla. Karnım acıkmaya başladı diyince yemek için Naci Usta diye bi yere gidicez dedi master chef. Orası da meğersem Balçova diye bi yerdeymiş. Düştük yollara. Geldik oh diyince ne görelim, Naci Usta'nın yerinde yeller bile esmiyo çünkü mekan kapatılmış, başkaları satın almış ve devasa bi bez branda asmışlar "Naci Usta ile bir ilgimiz yoktur, lütfen soru sormayın" diye. Adamlar düğün yeri yapmışlar ustanın mekanını iyi mi. Benim tahminim Naci Usta'yı da soranları ile birlikte o mekanın altına gömdükleri yönünde. Bu ne kin arkadaş! Bi soru sorsak nolurdu yani?! Kocam pek bi üzüldü, çok güzel yemekleri varmış. Neyse dedik kısmet. Aynen geri otele döndük. Hemen otelin yan binasının altında La Sera diye bi yer vardı. Orası güzel dedi, oraya geçtik.
Hakkaten yemekler on numaraydı, kesinlikle tavsiye ederim. Bi kere inanılmaz kalabalık olmasına rağmen servis süper hızlıydı. Ve herşey çok tazeydi. Hay gözünü sevdiğim denizli memleket dedim! Biz Ankara'da rafta yaşlanmış balıkları yiyelim burda millet rakı-balığın gözüne vursun! La Sera'da epey oturduk. Ordan kalkınca direkt otele geçtik yorgunluktan. Gezmekten ayaklarım patladığı için ben nası uyumuşum hatırlamıyorum.
Ertesi gün için planımız insanların anlata anlata bitiremediği Çeşme-Alaçatı hattını gezmekti. Bide Şirince'yi çok merak ediyordum, oraya uğrayacaktık. O sebeple otelden kahvaltı etmeden çıktık ki Şirince'de kocişimin mutlaka yemelisin'i olan patlıcanlı gözlemelere yumulabilelim. Yalnız Şirince'ye bir vardık, ben dedim buraya yerleşiyorum hayatım sen geri dönüp valizleri de al gel! Ya yalnız iki saattir internette bakınıyorum buranın hiç güzel fotoğrafını çekmemişler! Ah ya ah yaa! Benim makinam olacaktı ki internet alemini sallamaz mıydım! O sebeple güzelliğinin yarısını bile yansıtmayan şu uyduruk fotoğraflar size bi fikir versin artık napalım..
Resmen insanın ömrüne ömür katar burda yaşamak. Hiç üşenmedim sizin için adının nerden geldiğini de araştırdım pek muhterem okur arkadaşlarım. Baştan tembeliz dedik ama icabında araştırmacı kişiliğimiz gem vurulamaz bi hal alır mevzu okurlarımız olursa. Meğersem önceden bu köyün adı efsanevi bir çağda kendilerini dağa vuran kırk kişiye adanarak Kırkınca konmuş. Zamanla Kirkice, Kirkince ve son olarak da Çirkince gibi bişiy haline gelmiş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında İzmir Valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince olarak değiştirilmiş. (Bknz: Wikipedia) Valla Kazım Bey Allah rahmet eylesin, nur içinde yatın yani. Bu nası cuk diye isim oturtmaktır. Gördüğüm en şirin yerlerden birisi hakkaten bu köy. Biz süper tatlı bi yere oturduk mavi beyaz boyamışlar falan nasıl şirin. Orda patlıcanlı gözlemelerimizi yedik :) Sonra ellerimiz arkada köyün muhtarı edasıyla bütün köyü tavaf ettik. Mekan turistik evet ama işte yurdum insanı tam, hiç bi satıcı insanı rahatsız etmiyo. İnsanın cebindeki bütün parayı "al ulan al hepsi senin olsun" diye saçası geliyo bu vakur muamele karşısında.
Şirince'nin olayı zaten şarap. Şu tarz şarapevleri var size tadım yaptırıyorlar.
Biz de bütün çeşitleri denedik, en son satıcı kızla kanka olmuştuk. Güzelcene stoğumuzu da yaptık ve kalbimizi orada bırakarak Şirince'den ayrıldık. Böhhüüüü...
Sonra bir tanıdık ziyareti için Kuşadası'na gittik. Ama şehir içinde gezmeden direkt ev gezmesi şeklinde burda 2 saat durup Alaçatı'ya doğru yola koyulduk.
Alaçatı'ya vardığımızda ben bayılmışım. O nası bi tatlılık yarabbi! Valla burda da yaşanır dedim ben hemen tabi, hayallere daldım gene falan. Ama tek sıkıntı Alaçatılı insan yok ortalıkta. Hepsi İstanbullu. Bu ne arkadaş, az bi başka yere gidin ya! Dünya kendilerinin sanıyo bu İstanbul sosyetesi. Ama ondan hariç herbişeyciğine bayıldım Alaçatı'nın.
En bayıldığım şeylerden birisi de (Bodrum'da da aklım kalmıştı) şu kapı numaraları:
Kendimize ait bi evimiz olursa dekorasyonu için alacağım ilk şeylerden biri de şu numaralar. Allah'ım inşallah olur süpaneke dinimiz amin. Ev demişken, biz kocacığımla sosyetiklerden etkilenmedik ve yine eller arkada muhtar stayla keşfimize çıktık Alaçatı'nın arka sokaklarında. Bissürü bissürü satılık ev var ya! Kurban'da 5 kişi danaya girer gibi biz de 135 kişi bi Alaçatı evine girebiliriz bence. 135'te 1 hisse bu turizm cennetinde epey para getirir ben size söyliyim. Zira herşey ateş pahası ^_^ Normal şehirlerde satılan ne varsa aynısını satıyorlar, değişik, orjinal hiç bişiy görmedim bir tanecik antikacıdan başka. Ama buna rağmen bikini altına topuklu ayakkabı giyen silikonlu ablalar kapış kapış alışverişteydi. Maksat İstanbul'a dönüşte "aaahh bebeğim tarzıma sağlık, bu kolyeyi Alaçatı'da lö paçoooz butikten aldııığğmm" yapmak. Neyse dedik, geçtik gittik. Yalnız o antikacı çok iyiydi. Şu anda adını hatırlayamıyorum ama Alaçatı'daki tek antikacıydı, çok rahat bulursunuz.
Alaçatı'dan geçtik Çeşme'ye. Zaten akşam olmuştu vardığımızda. Direkt yemek yiyelim dedik. Çapa Restaurant diye bi yere gittik.
Mekanın tek olayı deniz kenarı olması. Yemekleri vasat. Nerde La Sera'da yediğimiz tazecik kalamarlar nerde buranın ağzımızda zıplayan lastik gibi kalamarları. Böğğğk dedik. Acayip kalabalık bide hayret ettik. Servis de çok ama çok yavaştı. Yani toplamda 1 saatte yiyeceğimiz yemeği 2 saatte ancak yedik. Yemekten sonra da deniz kenarında şöyle bi yürüyüş yaptık. Ya dedim Çeşme Çeşme diye kendilerini yırttıkları bu muymuş insanların. Gayet de sıradan bi yer yani. Dönüşte bi tane dondurmacı vardı, baktım yine önü ana baba günü gibi. Arkadaş bu tatil mekanlarında dondurmacılıkta iyi iş var. Türkbükü'ndeki dondurmacıyı hatırlarsınız heralde şuracıkta yazmış idim. Bu sefer ben de sıraya girdim, dedim "Çeşme'ye gittik de sakızlı dondurma yemeden döndük" demeyelim konu komşuya. Dondurmamızı yalaya yalaya İzmir'e döndük.
Ertesi sabah da uçak 7 deydi. Hava aydınlanmadan yollara döküldük ve evceğizimize geldik.
İşte böyle panpişlerim. Bir tatil postu da te büle geçip gitti. Ya bence hiç bitmeyen tatil icat etmeli İsviçreli bilimadamları. Yoksa saçtaki kepeği araştırmak kolay. Hadi sıkıyosa bunu yapın da hayır duamızı alın. Türkiye 70 milyon tekmili birden uçurur sizi dualarıyla.
Ay yazarken bi kere daha yaşadım o 2 günü. Negzeldi yaa ^_^ Bu yazın kendi çapımda ilk 3ünü yaptım. Gidin görün derim fırsatınız olursa.
1. Gümüşlük
2. Alaçatı
3. Bodrum
İşte öyle yani. Ben de gidiyim de ortalığı toparlayayım bi. Yarın emlakçı evin fotoğraflarını çekmeye gelecek. İnternete koyacaklar evimizi :( Ben ordan fotoları çalarak size bide evimizin dekorasyonu postu yaparım yalnız bak :) Neyse canlar, ben kaçıyorum. Haydin görüşürüz.
Hellooo! Baştan yine uyarayım, uzun bi post olabilir. Çünkü malum uzun da bi ara oldu. İçimdekileri nası tutayım yani ben de insanım. Bide güzel tatil yapmışım onu anlatıcam, nası kısa yazayım ama di mi? Neyse hoşbeş kısmını geçiyorum. Ha bu arada buradaki hiç bi fotoğraf bana ait değil. Çünkü yanımıza fotoğraf makinasını pilli yapmak yerine şarjlı yapmayı tercih eden bi markanın makinasını aldığımız için pat diye bitti şarjı! İnternetten arakladım fotoları, onu da belirteyim de benimmiş gibi olmasın. Ama vallahi ben de aynı şeyleri gördüm, çeksem böyle bişiy olurdu :)
Efendim malum iki gıdım bayram gördük mü hemen ipi salınmış büyükbaş arkadaşlarımız gibi "nereye gitsek, hangi denize girsek, hangi koyu, köyü keşfetsek" diye deliren bi milletiz. İki dizimizi kırsak, evde oturup ütü neyim yapsak olmaz. İlla ki Bodrum'a uçmalı, Halikarnas'ta köpüklü danslar yapmalı, Çeşme biiçlerinde Demet Akalın eşliğinde kop koplara dalmalıyız. Tembeliz arkadaş. Evet biz de ailecek tembeliz. O yüzden bu Ramazan Bayramı'nın salı günü bittiğini takvimde farkettiğimiz andan itibaren iki tatil arasını kapatmaktan parça pinçik olmuş olan yıllık izinlerimizin bi kublesini daha ayarladık ve başladık ağzımızın suyunu akıta akıta planlar yapmaya. Bahtımın güzelliğinden olsa gerek kocamın ayın 25 ine -yani bayramın sonundaki cuma gününe- İzmir'de toplantısı çıktı. Allah dedik bu ne, saldır! Planlama konusunda master degree seviyesindeki kocam saolsun herbişeyciği ayarladı. Ben de Bursa ve Balıkesir'deki görüş günlerimi de dolduraraktan cuma sabahı, şehrin bacak boyu-bronzluk indeksini sapıttırtmak için İzmir'e vardım. Vardım ama sivri sinekler gideceğimi haber almışlar heralde, daha otobüsten inmeden otobüsün kapısının açılmasıyla birlikte bana saldırdılar. Bu saldırdılar kelimesini abartılı kullandım sanmayın. Hayvanlar bildiğiniz açmış ben gelene kadar, bütün kanımı emdiler. Ben bi yandan uyuz gibi kaşınırken bi yandan da otobüsün servisini aradım. Otobüsten indiğim yerin bir alt katındaymış servis yerleri. İzmir otogarı da nası uyduruk belli değil yani. Hiç beğenmedim. Bu arada şurda iki kelam edicem Kamil Koç'a aklıma gelmişken. Ya benim bildiğim Alsancak İzmir'in merkezi bi yeridir arkadaş. Nasıl oraya servisiniz olmaz? İneceğim yeri tarif ediyorum Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü diyorum, orası tam olarak ne taraftaydı diye bana soruyo bön bön servis şoförü. Ya ben mi bilicem bunu arkadaş, o zaman çekil kenara ben kullanayım arabayı yani! Ya sabır diyerekten içerdeki adamlara sordum da hele şükür yerini anladı şoför. "Tam ordan geçmiyoruz da ben sizi en yakın yerde indireyim" dedi. Zar zor anlamışsın zaten ineceğim yeri, sen kesin yakınını da bilmiyosundur ya neyse diyerekten, bide çantam da var bi asabım bozularaktan tamam dedik el mahkum. Adam beni bi yerde indirdi. "Burdan 150-200 m sonra sizin otel" falan dedi. Aa dedim iyi o zaman yürürüm. Arkadaş yürü yürü bitmiyor bu 200 m! Epey bi yürüdüm, bi amcaya sordum, "aa yienim 200 m sonra solda" dedi. E tamam dedim, gene tepiyorum yolları sırtımda çantayla. Darlandım bidaha sordum bi taksi şoförüne, adam da dalga geçer gibi "200 m sonra hemen" diyince bende kayış kopmuş! İzmir'in 40 derece sıcağında ve %95 nem oranında sivrisineklerle beraber o kalan 200 m (!) yi nasıl gittim hatırlamıyorum Allah sizi inandırsın. Bi baktım otelin önündeyim. İzmir Palas diye bi otelde kaldık. Yalnız oteli bi gördüm bendeki sinirler eriyip gidiverdi! Ama haksız mıyım hele bi bakın panpişler:
Mis gibi deniz manzarası, çimenler, yürüyüş yolları falan.. Olaylar olaylar yani bu da can, dayanır mı! Ulen dedim burda yaşanır vallahi! Ankara neymiş! Bi anda asimile oluverdim, sanki 40 yıllık İzmirliyim anasını satayım. Neyse odamıza çıktım ve bayılmışım!
Ya tatilde istediğim saatte uyumak kadar sevdiğim bişey daha varsa o da istediğim saatte uyanmak ve uyandığımda denizi görmek arkadaş! Bu nası bi güzel duygudur!! O sebeple ben odanın manzarasını görünce kocamı bi kat daha sevdim :) Tamam çok materyalist olmuş olabilir ama tanıyo beni ince ruhlu aşkım yaaa ona sevindirik oldum ben :)
Hee bide altında Deniz Restaurant var. Şöyle bişiy:
İzmir'deki tek sıkıntı denize böyle sıfır oturamamak. "Ulen çok konuşma, Ankara'da o da yok!" dediğinizi duyar gibiyim, sustum :)
Yani kısacası ben oteli çok sevdim. Gidenlere tavsiye ederim! Aha da bu da otelin sitesi: İzmir Palas Otel
Sonra ben attım kendimi sokağa tabi. Kordon'da kenardan kenardan yürüdüm. Zira aklım "çok kısa yeaa ben bunla rahat edemem şimdi" diyerek giymediğim ve dışarı çıktığımda, İzmirli kızlara 10-12 tane şort yapmaya yetecek kadar uzun olduğunu farkettiğim elbisemdeydi. Bunu düşüne düşüne varmışım Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ne. Orda bi tane Peximet Cafe diye bi yer vardı orda bi pizza yedim. Pek enteresan değildi. Gerçi hangi insan pizza yemeğe enteresanlık bekleyerek gider orası ayrı mevzu. Ama ahan da şurada bi sıralamaya sokmuşlar kendisini.
Sonra işte caddede gezmeye başladım. İstiklal'in çakması, miniği falan diyebilirim. Sanırım herkes de öyle düşünüyo. Hep mağazalar, cafeler falan var. Öyle vakit geçirmelik. Aslında benim aklımda Talatpaşa Caddesi diye bi yere gitmek vardı. Çünkü yaptığı şeylere bayıldığım Sanemiko'nun butiği ordaydı. Şöyle güzel bi ipad kılıfı almak istiyodum inanılmaz şirinler çünkü. Ama kocişim aradı buluşmak için aynen ben de tornistan otele gittim. Şunun tatlılığına baksanıza! Yenir bu!
Ayakkabıları da çok güzel. Bi bakın derim. İnternetten de satıyo zaten.
İşte otele geldim, biraz dinlendikten sonra kocişle çıktık dolanmaya. Kordon öyle süper ki insanın hep yürüyesi, bisiklete binesi, çimenlere yayılası geliyo valla. Karnım acıkmaya başladı diyince yemek için Naci Usta diye bi yere gidicez dedi master chef. Orası da meğersem Balçova diye bi yerdeymiş. Düştük yollara. Geldik oh diyince ne görelim, Naci Usta'nın yerinde yeller bile esmiyo çünkü mekan kapatılmış, başkaları satın almış ve devasa bi bez branda asmışlar "Naci Usta ile bir ilgimiz yoktur, lütfen soru sormayın" diye. Adamlar düğün yeri yapmışlar ustanın mekanını iyi mi. Benim tahminim Naci Usta'yı da soranları ile birlikte o mekanın altına gömdükleri yönünde. Bu ne kin arkadaş! Bi soru sorsak nolurdu yani?! Kocam pek bi üzüldü, çok güzel yemekleri varmış. Neyse dedik kısmet. Aynen geri otele döndük. Hemen otelin yan binasının altında La Sera diye bi yer vardı. Orası güzel dedi, oraya geçtik.
Hakkaten yemekler on numaraydı, kesinlikle tavsiye ederim. Bi kere inanılmaz kalabalık olmasına rağmen servis süper hızlıydı. Ve herşey çok tazeydi. Hay gözünü sevdiğim denizli memleket dedim! Biz Ankara'da rafta yaşlanmış balıkları yiyelim burda millet rakı-balığın gözüne vursun! La Sera'da epey oturduk. Ordan kalkınca direkt otele geçtik yorgunluktan. Gezmekten ayaklarım patladığı için ben nası uyumuşum hatırlamıyorum.
Ertesi gün için planımız insanların anlata anlata bitiremediği Çeşme-Alaçatı hattını gezmekti. Bide Şirince'yi çok merak ediyordum, oraya uğrayacaktık. O sebeple otelden kahvaltı etmeden çıktık ki Şirince'de kocişimin mutlaka yemelisin'i olan patlıcanlı gözlemelere yumulabilelim. Yalnız Şirince'ye bir vardık, ben dedim buraya yerleşiyorum hayatım sen geri dönüp valizleri de al gel! Ya yalnız iki saattir internette bakınıyorum buranın hiç güzel fotoğrafını çekmemişler! Ah ya ah yaa! Benim makinam olacaktı ki internet alemini sallamaz mıydım! O sebeple güzelliğinin yarısını bile yansıtmayan şu uyduruk fotoğraflar size bi fikir versin artık napalım..
Resmen insanın ömrüne ömür katar burda yaşamak. Hiç üşenmedim sizin için adının nerden geldiğini de araştırdım pek muhterem okur arkadaşlarım. Baştan tembeliz dedik ama icabında araştırmacı kişiliğimiz gem vurulamaz bi hal alır mevzu okurlarımız olursa. Meğersem önceden bu köyün adı efsanevi bir çağda kendilerini dağa vuran kırk kişiye adanarak Kırkınca konmuş. Zamanla Kirkice, Kirkince ve son olarak da Çirkince gibi bişiy haline gelmiş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında İzmir Valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince olarak değiştirilmiş. (Bknz: Wikipedia) Valla Kazım Bey Allah rahmet eylesin, nur içinde yatın yani. Bu nası cuk diye isim oturtmaktır. Gördüğüm en şirin yerlerden birisi hakkaten bu köy. Biz süper tatlı bi yere oturduk mavi beyaz boyamışlar falan nasıl şirin. Orda patlıcanlı gözlemelerimizi yedik :) Sonra ellerimiz arkada köyün muhtarı edasıyla bütün köyü tavaf ettik. Mekan turistik evet ama işte yurdum insanı tam, hiç bi satıcı insanı rahatsız etmiyo. İnsanın cebindeki bütün parayı "al ulan al hepsi senin olsun" diye saçası geliyo bu vakur muamele karşısında.
Şirince'nin olayı zaten şarap. Şu tarz şarapevleri var size tadım yaptırıyorlar.
Biz de bütün çeşitleri denedik, en son satıcı kızla kanka olmuştuk. Güzelcene stoğumuzu da yaptık ve kalbimizi orada bırakarak Şirince'den ayrıldık. Böhhüüüü...
Sonra bir tanıdık ziyareti için Kuşadası'na gittik. Ama şehir içinde gezmeden direkt ev gezmesi şeklinde burda 2 saat durup Alaçatı'ya doğru yola koyulduk.
Alaçatı'ya vardığımızda ben bayılmışım. O nası bi tatlılık yarabbi! Valla burda da yaşanır dedim ben hemen tabi, hayallere daldım gene falan. Ama tek sıkıntı Alaçatılı insan yok ortalıkta. Hepsi İstanbullu. Bu ne arkadaş, az bi başka yere gidin ya! Dünya kendilerinin sanıyo bu İstanbul sosyetesi. Ama ondan hariç herbişeyciğine bayıldım Alaçatı'nın.
En bayıldığım şeylerden birisi de (Bodrum'da da aklım kalmıştı) şu kapı numaraları:
Kendimize ait bi evimiz olursa dekorasyonu için alacağım ilk şeylerden biri de şu numaralar. Allah'ım inşallah olur süpaneke dinimiz amin. Ev demişken, biz kocacığımla sosyetiklerden etkilenmedik ve yine eller arkada muhtar stayla keşfimize çıktık Alaçatı'nın arka sokaklarında. Bissürü bissürü satılık ev var ya! Kurban'da 5 kişi danaya girer gibi biz de 135 kişi bi Alaçatı evine girebiliriz bence. 135'te 1 hisse bu turizm cennetinde epey para getirir ben size söyliyim. Zira herşey ateş pahası ^_^ Normal şehirlerde satılan ne varsa aynısını satıyorlar, değişik, orjinal hiç bişiy görmedim bir tanecik antikacıdan başka. Ama buna rağmen bikini altına topuklu ayakkabı giyen silikonlu ablalar kapış kapış alışverişteydi. Maksat İstanbul'a dönüşte "aaahh bebeğim tarzıma sağlık, bu kolyeyi Alaçatı'da lö paçoooz butikten aldııığğmm" yapmak. Neyse dedik, geçtik gittik. Yalnız o antikacı çok iyiydi. Şu anda adını hatırlayamıyorum ama Alaçatı'daki tek antikacıydı, çok rahat bulursunuz.
Alaçatı'dan geçtik Çeşme'ye. Zaten akşam olmuştu vardığımızda. Direkt yemek yiyelim dedik. Çapa Restaurant diye bi yere gittik.
Mekanın tek olayı deniz kenarı olması. Yemekleri vasat. Nerde La Sera'da yediğimiz tazecik kalamarlar nerde buranın ağzımızda zıplayan lastik gibi kalamarları. Böğğğk dedik. Acayip kalabalık bide hayret ettik. Servis de çok ama çok yavaştı. Yani toplamda 1 saatte yiyeceğimiz yemeği 2 saatte ancak yedik. Yemekten sonra da deniz kenarında şöyle bi yürüyüş yaptık. Ya dedim Çeşme Çeşme diye kendilerini yırttıkları bu muymuş insanların. Gayet de sıradan bi yer yani. Dönüşte bi tane dondurmacı vardı, baktım yine önü ana baba günü gibi. Arkadaş bu tatil mekanlarında dondurmacılıkta iyi iş var. Türkbükü'ndeki dondurmacıyı hatırlarsınız heralde şuracıkta yazmış idim. Bu sefer ben de sıraya girdim, dedim "Çeşme'ye gittik de sakızlı dondurma yemeden döndük" demeyelim konu komşuya. Dondurmamızı yalaya yalaya İzmir'e döndük.
Ertesi sabah da uçak 7 deydi. Hava aydınlanmadan yollara döküldük ve evceğizimize geldik.
İşte böyle panpişlerim. Bir tatil postu da te büle geçip gitti. Ya bence hiç bitmeyen tatil icat etmeli İsviçreli bilimadamları. Yoksa saçtaki kepeği araştırmak kolay. Hadi sıkıyosa bunu yapın da hayır duamızı alın. Türkiye 70 milyon tekmili birden uçurur sizi dualarıyla.
Ay yazarken bi kere daha yaşadım o 2 günü. Negzeldi yaa ^_^ Bu yazın kendi çapımda ilk 3ünü yaptım. Gidin görün derim fırsatınız olursa.
1. Gümüşlük
2. Alaçatı
3. Bodrum
İşte öyle yani. Ben de gidiyim de ortalığı toparlayayım bi. Yarın emlakçı evin fotoğraflarını çekmeye gelecek. İnternete koyacaklar evimizi :( Ben ordan fotoları çalarak size bide evimizin dekorasyonu postu yaparım yalnız bak :) Neyse canlar, ben kaçıyorum. Haydin görüşürüz.
ooooh sefan olsun beybi, ne güzel de yiyip icin gezmişsiniz öyle. kocişine benden tam puan, hatta karısına süpriz yapıp oteli kendi ayarlayan bütün kocişlere benden alkış gelsin:)
YanıtlaSilsonraaaa, alaçatı muhteşemdir, herşeyiyle candır, ama çeşme kötü demeyelim. yani çeşmenin boktan olan tek kısmı belki o merkezki balık restoranlarının oldugu bölge:) dalyan tarafları, altınkum aya yorgi bölgesi falan, urla, hepsi iyidir, hepsi de çeşmedir. yani çeşme çeşme dedikleri yer merkez çeşme degil bence:D
sonraaa bide şirince köyü hakkaten de yerleşilip yaşanılası bi yer. biz çoook önceden gitmiştik ermanla, bigün yine oralardan geçersek dibine kadar fotograflarız artık senin icin de;)
öperim, öpücem de ^.^
Herkese sıfır puan benim kocime 100 puan :)
SilYa valla Çeşme'de biz dediğim gibi sadece yürüdük deniz kenarında. Heralde vardır başka bi hikmeti diye düşündüydüm. Önyargılı olmuşum yani desene :)
Şirince'ye de şimdi haritadan baktım kuş uçuşu 600km falan, seni sarsmaz :) Gidelim gayri buralardan yahu!